Bunca şeyden sonra anladım ki istisnasız hepimiz bir tek şey için yaşıyoruz. Bu hayatta sadece “Anlıyorum!” diyebilmek yaşıyoruz. Gelin açıklayayım. Dünyaya hiçbir şey bilmeden geliyoruz. Bu yüzden hiçbir şeyi anlamıyoruz. Anladığımız için korkuyoruz ve korktuğumuz için de ağlayarak başlıyoruz hikayemize. Sonra yavaş yavaş şekiller anlam kazanmaya başlıyor. Birileri bize sürekli olarak bir şeyler öğretmeye başlıyor ve biraz sakinleşiyoruz. Çünkü bir şeyleri anlamaya başlıyoruz. Belki konuşmayı, belki emeklemeyi, belki de yürümeyi öğreniyoruz. Ancak yine de bu dünya bizim için flu gözüküyor. Daha yaşanacak ve öğrenecek çok şey var. Hepsi de karanlıkta bizi bekliyor. Henüz aydınlatılmamış. İşte bu yüzden tanımlayamadığımız ve çözemediğimiz o karanlıktan daima korkuyoruz. Ne zaman ki o karanlıkta kalanları öğrenip anlamaya başlıyoruz, o zaman korkularımız son buluyor. Aydınlanıyoruz!
Ayaklarımızın üstüne basınca bu sefer günümüzün yarısını okula veriyoruz. Düşünün! Sadece bilinmeyenleri bilmeleri yani karanlıkta kalanları anlayabilmeleri için tüm çocukların gününün yarısını okula veriyoruz. Sadece anlayabilmeleri için! Belki okumayı, belki dört işlemi, belki tarihimizi, belki bilimi, belki zor problemleri belki belki belki… Milyonlarca şey öğreniyoruz okul denilen bu kurumda. Sadece bilgiyi değil. Arkadaşlığı, dostluğu, sevgiyi, nefreti, ihaneti ve kıskançlığı da hep bu duvarlarda öğreniyoruz.
Eğitim hayatımızdan sonra hayat artık bir anlam kazanmış oluyor. Çocukken korktuğumuz çoğu şeyden artık korkmamaya başlıyoruz. Çocukken bizim için karanlıkta kalan şeyler artık aydınlanmıştır. En azından Gargamel’in gerçek olmadığını anlamışızdır :) Kısacası anlayışımız artmıştır ancak sonsuzluğun içinde karanlıklar asla bitmez. Belki ilerimizi daha aydınlık görüyor olabiliriz ancak her zaman için bir yerler karanlık kalacak. Orayı hiç anlamamışsızdır ve korkarız o karanlıktan. Devamı da hep aynı aslında. Daima karanlıkla bir savaşımız vardır bizim. Bazısı korkup geri çekilir, bazısı üstüne gidip aydınlatır. Bu yüzden aydın insanlar parası göre değil, cesaretine göre belli olur.
Dünya ise her saniye bize bir şeyler öğretir. Ayrım yapmadan herkese ve her saniye! Ancak bazılarımız anlıyoruz, bazılarımız anlayamıyoruz. Anlayan kişiler daha mutlu. Çünkü karanlıkta kalan korktuğu şeyler yavaş yavaş yok olur. Kısaca anladıkça aydınlanıyoruz. Birde anlamayanlar var. Maalesef hayat ona sürekli öğretmesine rağmen bazılarımız anlamamakta inkar ediyor. Bu yüzden karanlıklar aydınlanmıyor. Hep bir korku hep bir endişe.
Peki hayat bize ne mi öğretiyor? Başarıyı ve başarısızlığı, sevgiyi ve nefreti, mutluluğu ve mutsuzluğu, dostluğu ve ihaneti, sağlığı ve hastalığı ve daha binlerce şey.
Peki anlamak demek ne demek? Başarıyı ve başarısızlığı, sevgiyi ve nefreti, mutluluğu ve mutsuzluğu, dostluğu ve ihaneti, sağlığı ve hastalığı ve binlerce şeyi; kabullenmek, teslim olmak, iddiasız ve yorumsuzca karşılamak, boyun eğmek demek. Kısaca her gelene hoşgeldin diyebilmek demek. Ancak bu kabullenişin hepsi kalben yapmak demek. Aynı zamanda zalimin zulmüne sadece fiziken karşı çıkmak demek.
Peki anlamamak demek ne demek? Başarıyı ve başarısızlığı, sevgiyi ve nefreti, mutluluğu ve mutsuzluğu, dostluğu ve ihaneti, sağlığı ve hastalığı ve daha binlerce şeyi reddetmek, inkar etmek, isyan ve şikayet etmek, ben bunu hak etmiyorum, bu tür şeyler hep beni bulur demek ve akışına bırakmamak demek :) Kısacası mızmızlanmak demek. Ancak bu itirazların hepsini kalben inkar etmek demek. Yani dil ile “olumlu olumsuz gelen her şeyi ben kabul ediyorum” demek değil.
Aslında Cemal Süreya çok güzel özetlemiş.
Kim istemez mutlu olmayı ama mutsuzluğa da var mısın?
Mutsuzluk ve diğer tüm negatif duyguları da kabullenebiliyorsak anlıyoruz demektir. Anlıyorsak aydınlanmışız demektir.
Yolunuz açık olsun.
Gününüz aydın.
Anlayalım, aydınlanalım…
1 yorum
Bence insan anladığına inanıp kendini ikna etmeyi çok net bir şekilde başarıyor. Bir başka açıdan bakarsak; anlıyoruz ama konuşamıyoruz.