Çok söz var…
Öyle bir bilgi bombardımanına tutulmuş bir vaziyetteyiz ki artık boğulmak üzereyiz. Bu kadar fazla bilgi sonucunda hepimizin bilge insanlar olmasını beklerdik değil mi? Nitekim öyle olmadı. Hatta cesaretlenmiş bir cahillik ile karşı karşıyayız. Nasıl oluyor bu? Bir insan okudukça cahilleşebilir mi?
Soruları cevaplamadan önce ingilizcede bilgiye bakış açılarını gösteren çok güzel kelimeler var. Bir görsel ile paylaşayım.
5 aşamalı bir süreçten bahsediyoruz. Eğer türkçeleştirecek olursak veri, malumatımsı bilgi, irfanımsı bilgi, idrak ve hikmet olarak tanımlayabiliriz.
Biz bu yüzyılda sürekli veri topluyoruz. Veri yerine zan da diyebiliriz. Bir şeylerin öyle olduğunu zannediyoruz. Özellikle sosyal medyadan edindiğimiz bilgiler, doğruluk süzgecinden geçmiyor. Onları içleri boş, havada uçuşan bilgilere benzetiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam Google kurucu ortağı olan Sergey Brin, 2000 yılına kadar insanlığın ürettiği tüm bilginin günümüzde sadece birkaç günde üretildiğini söylemişti. Bakın bu söylediğim bilginin bile bir kaynağı veya doğruluğu yok. Söyledim ve zihninize yerleştirdim. Bir veri olarak orada dursun.
İkinci aşamamızda malumatımsı bilgi var. Basit gerçekler olarak tanımlayabiliriz. “Elma’nın ağaçtan düşmesinin sebebi yerçekimi yasasıdır” desem bunun bir fizik bilgisi olduğunu biliriz. Ona göre bir renklendirme yaparız. Sabit taşlar gibidir. Bu bilgileri öyle kolay değiştiremeyiz. Bilim sanırım bu aşamada kendini gösteriyor. Uzmanlık alanlarına göre akademik süzgeçten geçirerek bilgiler üretiyoruz. Bu sefer doğruluk süzgeci demediğime dikkat çekerim. Çünkü bilimde çürütemediğiniz teori doğrudur algısı var. Felsefe gibi olmadığı için birikerek ilerliyor. Birikmesi için ise geçmişteki teoriyi çürüten yeni teoriler bulmanız gerekir.
Madem konusu geldi. Özellikle son zamanlarda ülkemizdeki bilim algısı hakkında düşüncelerimi de paylaşmak isterim. Kısa bir tarih bilgisi ile başlayalım. 1755 Lizbon depremi sonucunda Avrupa’da katolikler gücünü hızla kaybetmeye ve bilim güçlenmeye başlamıştı. Bilim aslında katolik kilisesinin dogmaları karşısında bir cemiyet olarak şekillendi. Bu anlamda Galileo Galilei örnek bir isimdir. Bilim adamları o zamanlar azınlık bir gruptu. Dogmaları sorguladı. Deneylere dayalı bir bilgi arayışı içine girdiler. Nitekim başarılı oldular. Günümüzde bilim, gücü eline geçirdi. Ah ne var ki, gücü elinde tutmak farkında olmadan sizi zehirler. Günümüz Türkiye gençliğinde bilimi kutsallaştırma gibi bir durum var. Siyasi sebepleri olduğu gayet açık. Bunu karşı tarafa nefretlerinden dolayı yaptıklarını biliyorum. Din ile alakalı tüm kavramlar silinip popüler bilim adamları yükseklere taşınıyor. Ancak gel gör ki, bilim adeta kendi dogmalarını doğurdu. Profesörler rahipler gibi en saygın insan konumuna geldiler. Televizyonda gördüğünüz popüler profesörler birbirine zıt şeyler söylüyor. İşin doğası gereği iki taraf da birbirini çürütmeye çalışıyor. Bilimin özünde şüphe ve merak var iken şu an otoritelerin elindeki şirketlere biat var. Ne gariptir ki, dogmadan kaçan bilim kutsallaşarak bir inanç sistemine dönüşüyor. Bu gençlik ise bunun farkına varamıyor.
Taşları yerleştirdik. Şimdi ise sırada birbiri ile bağlamak var. İşte mühendislik burada başlıyor. Sanayi devrimi ile bu noktalar birleştirilir ve ortaya bir ürün çıkar. Bu ürün pazarlanarak kâr elde edilir. Sonucunda kapitalizm doğar. Örneğin, araba veya uçak. Temel fizik ve matematik bilgisi üzerine kuruludur. Ayaklarını yere bilim ile basar. Aslında soyut olan bilimi, fayda ve çıkar ilişkisi kurarak somutlaştırırlar. Kısacası bilgi, pragmatizm(faydacılık) süzgecinden geçerek bir üst seviyeye geçer. İrfanımsı bir bilgi böyle oluşur. Bu sebeple mühendisler biraz yarı ariftirler. Sanki yoktan var edermiş gibi geçmiş bilgileri analiz ederek hayata dokunur bir bilgi çıkarabiliyor. Örneklerimize bakalım. Soğuk veya sıcaktan klima ile etkilenmiyoruz. Dünyanın diğer ucu ile görüntülü konuşabiliyorum. Aylar sürecek yolculuğum sadece saatler sürüyor. 100 metre yükseklikte oturabiliyorum. Tanımadığım insanlar yazdıklarımı bir siyah kutudan okuyabiliyor. İşte bunların hepsi bu seviyenin ürünü. Bu ürünleri 800 yıl önce yaşamış birine yapabildiğimi söylesem sanırım beni cadı olarak görüp engizisyon mahkemesine şikayet eder. O devri algısı oydu. Bu devrin algısı bu.
İlk 3 aşama böyleydi. Umarım bazı bilgileriniz arasında bağlantılar kurabilmişimdir. Bu 3 aşamanın hepsinde şu an inanılmaz bir üretim var. Bunların farklarını bilmek akıl sağlığımızı korumak açısından çok önemli. Çünkü ben artık şiştim. Her yer kitap. Her yer yayın. Herkes konuşuyor. Herkes ötekini suçluyor. Herkes en bilge… Kocaman bir zan dünyasına dönüştük. Silkelenmek ve sırtımızda yüklerden arınmak lazım. Seni çok etkileyen en iyi kitabı okumuştun. Hayran olduğun en güzel filmi izlemiştin. Lisede en zor soruları sen çözüyordun. Şimdi hepsi nerede? Hayatını değiştiremediğin bunca bilgi, şimdi nereye kayboldu? En konforlu evlerde otururken neden mutsuzuz? Çok yakışıklı veya güzelken, en güzel yemekleri yerken neden içimiz bu kadar yavan kaldı?
Devir değişiyor. Artık idrak ve hikmet dönemine giriyoruz. Eğer yeni dönemi anlayamazsak maalesef çok acı çekeceğiz. İnsanlık olarak daima ileriye gitmek zorundayız. Ayrışmaktan ziyade birliğe doğru giden yeni bir bilinç doğuyor. Veri şeklinde olan bilginin rengi yoktu. Sonra biraz daha belirginleşince veriler renk kazanıp malumatımsı bilgi oldu. Örneğin fizik kırmızı, matematik sarıydı. Sıra irfanımsı bilgiye gelince keskin renkler yerine ara renkler belirdi. Örneğin, arabalar turuncu rengi aldı. Günümüzde artık her rengin binbir tonu var. Olabildiğince fazla ayrıştık. Şimdi ise sıra aslında tüm renklerin beyazdan geldiğini anlama vaktine geldi. Renklerin kaybolmasından bahsetmiyorum. Ancak renklerin kaynağını görebilmekten bahsediyorum. Bu sebeple;
Artık bilmek değil, olmak istiyorum.
…
Bilmek adına bir çok şey yazdım. Uzun uzun paragraflar. Söz, idrak ve hikmete geldi. Yani olmak. Düşünüyorum, düşünüyorum, susuyorum. Aklın çizgisi var. Sizi bir noktaya kadar getiriyor. Sonrasında ne bir söz, ne kelime, ne bir harf kalıyor. Sadece anlamak var. Olmak mı? Olmak mümkün mü bilmiyorum. Sanırım değil ama istiyorum.
Cahillik ne demekti? “Biliyorum” demekti. Biz cahiliz çünkü herkes her şeyi biliyor. Peki ya sonrası için? Sanırım “oldum” demek de bir tür cahillik :) Bundan sonrası toplumsal değil, bireysel bir konu. İnsanları yargılamak yerine anlamaya çalışmak belki ışığı yakabilir. Hikmeti ise kendi içimizde arayalım. Benim sözlerim burada bitiyor.
10 yorum
Yazı sonuna kadar merak duygusu ile kendini okutuyor. Emeğinize sağlık..
Bütün içtenliğimle katılıyorum. Güzel ve etkili bir yazı, umarım herkesimden insanlar okur. Elinize sağlık
Tebrikler, keyifle okudum.
Nihai amacımızı hakikati bulmak yerine, bu yolda oyalanmak zannedebiliyoruz.
blok okuma yolculugumun ilk duragi oldu.gayet akıcı ve guzeldı. tebrık ederım.
Günümüzde bilimin kutsallaştırılışına çok güzel değinmişsiniz. Böyle kaliteli bloglar hala mümkün olduğuna göre ümitvar olabilirim.
Çok başarılı, diliniz gayet akıcı ve düşünceleriniz bilmukabele..
[…] who carried out genocides. They are all very intelligent people. I mentioned in my previous article that we are knowledgeable but ignorant in this age. I want to repeat the same thing in this article […]
Ceyhun çok farklı bir kafan var, baya ilgimi çektin. 8 saattir sitenden çıkamadım.
Kalbimle selamlıyorum