İş çıkışı kendiliğinden gelişen bir durumla kendimi sahil kenarında bir restoranda buldum. Herhangi bir hazırlık yapmamışım. Kıyafetim gayet sade. Oturdum, hayran hayran denizi izliyorum ve yemeğimi yiyorum. O günkü yorgunluğum üzerimden gitti. Huzurla doldum. Mutluyum. Sade ve güzel bir an…
Manzaranın tadını çıkarırken önümdeki masa dikkatimi çekti. Masada mutlu bir aile tablosu… Ailenin yirmi yaşlarındaki küçük kızı oldukça güzel giyinmiş. Belli ki sahildeki bu restorana gelmeden önce hazırlık yapmışlar. Burada bulunmayı önemsemişler. Neşe içinde yemeklerini yiyor, sohbet ediyorlardı. Küçük kız denizi arkasına aldı, ablasından fotoğrafını çekmesini istedi. Ablası kırmadı kardeşini. Küçük kız fotoğrafa baktı, beğenmedi ablasının çektiği fotoğrafı. Sonra tekrar fotoğraf çektirdi, fotoğrafa tekrar baktı, yine beğenmedi ablasının çektiği fotoğrafı. Abartısız bu eylem elli kez tekrarlandı. Anne ve baba yemeklerini bitirdi. İnsanı büyüleyen o manzarayı seyretmek yerine cep telefonlarını ellerine aldılar. Çocuklar sürekli fotoğraf çektiler.
Hava kararınca kalktılar, evlerinin yolunu tuttular. Küçük kız, umarım kendisine ait fotoğraflardan birini beğenir ve mutlu olur ama biraz zor gibi… Fotoğraflardan birini seçmek için epey vakit harcayacak, sonra filtre için uğraşacak ve en son fotoğrafı paylaşıp gelen beğeniyi sayacak. Nereden baksan bir günü bir resim için harcadı.
Mekân aynı mekân. Zaman aynı zaman. Masalar arasındaki uzaklık iki metre. Ben oraya plansız gittim. Rahat bir kıyafet, güzel bir yemek ve muhteşem bir manzara…
O ise gayet planlı gelmiş. Deniz için geldi ama denizi göremedi. Şık bir elbise giymişti ancak manzaranın tadını çıkaramadı.
5 yorum
Dünya gezegeninde üstüne toprak atılmadan ölen insansılar var.. Bu insansıların bir adı var, onlar “ Yaşayan ölüler” .Oysa ölmeden önce ölmekten kasıt bu değildi. Yaşarken ölmek kendinin en iyi potansiyelini bu dünyada yaratmak içindi. İnsan “fark etmeyi seçtiğinde” tanrı olur. Kendini her fark edişte öldürür ve yeniden doğurur. Bu ölümle doğum arasındaki vakit bir uyku ile uyanıklık arasına tekamül eder. İnsan her gün değişir. Değişmelidir. Farketmek ve farkettirmek için çabalamalıdır. Ölmeden önce ölmeli. Yaşamı bir rüya olarak görmemeli. Uyanmalı ve uyandırmalıdır. Gerçek cennet bir fark etmekle başlar.. Bununla birlikte etrafında cenneti var etmek isteyen insan “farkederek yaşama ilhamını” başka insanlara da bulaştırmalıdır. Eskiden o karşı masadaki insansı bendim. Binlerce takipçim vardı. Çocukluğumda hiç tatmadığım sevginin ve ilginin yerini likelarla doldurmaya çalışıyordum. Lakin bu çabam bir eleğin içine su doldurmaktan farksızdı. Kendime yabancılaşmıştım. İçimde bir ses sürekli “bu sen değilsin!” Dedikçe onu susturdum. Öyle susturdum ki rüyasında kelebek olduğunu gören bir tırtıl gibi yaşadım hayatı. Aslında tırtıldım. Gerçeği rüyam yapmış ve bilinçaltımla oynamıştım. Şimdiyse kendi cennetimde kahvemi yudumluyorum. Belki aynı masadayız sizinle. Kim bilir?
1 yıldır hiçbir sosyal medyayı kullanmıyorum. Aldığım nefesin bile tadı farklı. Meğer ben kendim için yaşamıyor bir başkası için yaşıyormuşum. Başkasını kandırdığımı zannederken kendimi kadırıyor ve kendi bataklığımda kayboluyormuşum. Bu öyle bir duyguymuş ki; tiyatro sahnesinin arkasında ağlayan oyuncuyum, sahneye çıkıyor ve ışıl ışıl gülümseyen bir karakteri canlandırıyorum. 5 dk sonra sahneden çıkıp kuliste ayna karşısında kendi sahtekarlığımın makyajını siliyormuşum gibi.. O kızın elinden tutup, avuç içine kalbimi koyarcasına gözlerine bakıp “Sen kimsin? Hatırla!Niçin bu gezegende var edildin?. Farket! İçindeki sesi duy! Pusulan içinde.! Yolun da yolculuğunda kendi içine! Uyan!” Demek isterdim. Neticede aydınlanan zihin aydınlatmak ister.
Şükürler olsun ölmeden önce öldüm ve yeniden doğdum. Doğumun sancısını, ölümün acısını; her farkettiğim şeyde yeniden yaşıyorum lakin her birinde farklı bir lezzet alıyorum. Ben değiştiğim için mi tatları farklı, yoksa fark ettiklerimin değişimi mi bu lezzete farklı bir aroma katıyor? Bilemiyorum. Tek bildiğim. Her gün farkında olarak yaşayan insan kendi cennetini bu dünyada var ederken, umursamadan yaşayan insan her gün kendini cehennemde öldürüyor.
Var ol güzel insan. bir parça ilham bulaştırmayı umarak şuraya yazımı iliştirmek istedim.
Farkındalığın cennetinde idrakımızın arttığı nice günlerimiz olsun. Uyanıp uyandırdıklarımız bol olsun. Maviyle..
Yazıma anlam kattın. Ne mutlu sana. Emeğin, paylaştıkların ve duygun için teşekkür ederim ☺️
Gönderilmesinden nerdeyse 2 yıl sonra okuyorum bu yorumu. Aylardır kendime tekrarlarca söylediğim düşünce kalabalığının, harikulade bir dille yazılmış hali resmen bu. Şimdi bir daha okuyunca diyorum ki gerçekten bu mesaja ihtiyacım varmış, iyi ki bu yazıya ve bu yoruma rastlamıştım. Teşekkür ederim.
Âh ne mutlu bana ve bize.. Kelimeler diyorum; insanın, insana şifâ olma aracı.. Tabii isteyen kırıp dökme aracı olarak da kullanabiliyor lâkin ben bu durumu doktorların ameliyatlarda kullandığı neşter aletine benzetiyorum. Eğer neşteri eline doktor alırsa şifâ dağıtır, hasta insan sağlıklı bir insana dönüşür… Eğer neşteri eline alan katilse ölüm dağıtır, sağlıklı insan hasta bir insana dönüşür… Çocukluğumdan beri kelimelerin şifâ aracı olarak kullanılmasına meftunum.. Önce kelimelerle kendimi iyileştirmeyi öğrendim sonra başka insanları iyileştirebileceğimi fark ettim… Kelimelerin kanadı bile var biliyor musunuz? Gökte uçuşup duruyorlar yüzyıllarca.. Her kelime kuşununun da bir mevsimde göç etme zamanı var. Benim kelime kuşlarım 2 yıl sonra sizin gönlünüze göç etmiş.. Ne mutlu bize.. Şifâ olsun size, dilerim ömrünüz boyunca şifânız sizi bulur… Selâmetle..
Harikaydı